Selam Metin, ben aşk

Mehmet Yaşın’ın İthaki Yayınları’ndan çıkan “Selam Metin, Ben Berceste” adlı romanı çok yönlü bir kitap. Bunu başlık başlık anlatmak istersek ilk sıraya aşkı koymak lazım gelir. Aşk, kitabın ana konusu. Ama nasıl bir aşk? “Selam Metin, Ben Berceste” aşkı çeşitli şekillerde tartışıyor. Önsöz olarak da kabul edeceğimiz kitabın ilk kısmında Mehmet Yaşın bize bir özgür aşktan bahsediyor. Evli bir kadınla yaşanan bu aşk, filmlerden çokça aşina olduğumuz şekilde türlü entrikalar, müthiş trajediler, asla tamir olmayacak hayal kırıklıkları içermiyor. Zaten “aldatma” ile “özgür aşk”ı ayıran şey de bu değil mi? Evet, bu herkesin bilgisi dahilinde olan, en azından olduğu sanılan ama hiç konuşulmayan bir mesele. “Selam Metin, Ben Berceste”nin çıkış noktalarından biri de bu zaten.

Aşk, tarihten beri, anlatılan ilk serüvenlerden bu yana çokça işlenen ve çokça rağbet gören bir tema. İster yüce dağ başlarındaki çadırlarda, ister kanlı savaş meydanlarında, ister günümüzde, isterse de gelecekte geçsin sonuç değişmiyor; aşkın her zaman bir anlatıcısı, bir de dinleyicisi var.

Bütün bu eserlerde çeşitli hâl ve durumlarda işlenen aşk, “Selam Metin, Ben Berceste” romanında yaş farkı, daha açık bir ifadeyle “yaşlılık” üzerinden anlatılıyor. Ancak yaş farkı karakterlerin aşka bakışını değiştirmiyor sadece, bizatihi karakterlerini değiştiriyor. Öyle ya, 20’li yaşlarında bir insanın dünyaya bakışı ve onu algılayışıyla 60 yaşlarındaki bir insanın dünyaya bakışı ve onu algılayışı bir olmaz. Aşk, işte bu maddelerden sadece biri. Hem de en önemlisi.

Selam Metin, Ben Berceste, Mehmet Yaşın, İthaki Yayınları, 304 syf., 2024

Beri yandan, bu aşka dahil olan biri daha var: Berceste. Berceste, esas kızın, Kafiye’nin annesi olan baskın bir karakter olarak romanın merkezinde. Bir yönüyle onun yaptıklarını, tacizkâr ve müstehzi konuşmalarını kızını korumasına bağlayabiliriz. Nihayetinde anne içgüdüsü buna müsaade eder. Ancak üstünü biraz eşelediğimizde Berceste’nin bütün bu müdahalelerinin altında gizlenen bir bencillik sezeriz. Bizimle beraber anlatıcı da sezer. Böylece “‘Ben’ Berceste!” cümlesindeki “ben”, daha bir anlamlı gelmeye başlar. Zira Berceste, kızını “başarılı olmak zorunda olan” biri gibi yetiştirmiştir. Evde, sokakta, her yerde. İşte aşk da zaten bu başarı basamaklarından biridir ona göre. Yani içeride yaşananlar, hissedilenler değil, dışarıdan görünenler daha önemlidir.

Hâl böyle olunca kitabın aşka yönelik giriştiği tartışma bir basamak daha derine inerek katmerleşmeye başlar.

KARGAKADIN

Kitabın aşka bakışını biraz daha derinleştiren etmenlerden biri de mitolojiyle kurduğu ilişkide yatar. Evet, kitap özellikle Yunan mitolojisine çok fazla gönderme içerir. Hatta buna gönderme demek pek doğru değil, direkt Yunan mitolojisinden bahseder. Belli başlı yerlerde, çeşitli imgeler üzerinden bir sürü mitolojik olaya değinilir.

Başından itibaren romana sirayet eden ve yine mitolojiyle ilintili en büyük imgelerden biri de kargadır. İlk başta Kuzguncuk’ta bir evi ziyaret eden anlatıcı, orada Picasso’nun Kargakadın adlı tablosunun bir replikasını görür. Bu eseri çok sevdiğinden replikayı uzun uzadıya inceler, iki resim arasındaki farkları söyler. Hatta buna Picasso’nun eskiziyle yağlı boyası arasındaki farkları bile ekler. Devamında Kuzguncuk semtinin isminin nereden geldiğine, Kuzgun Dede’ye, kuzgun ile karganın farkına kadar ayrıntılı bir sohbet akar. Biz de böylece karganın mitolojide, Osmanlı’da ve romanda karşılık geldiği anlamlara dair bir ön bilgi almış oluruz.

UYUMSUZ BİR ANLATICI

Kitabın üslubuna gelirsek, öncelikle karşımızda bir ben-anlatıcı buluruz. Üstelik bu anlatıcı oldukça gevezedir. Tabii bunu olumsuz bir manada söylemiyorum, zira anlatıcının bu gevezeliği kitabın akışkanlığına fayda sağladığı gibi, bizi yer yer gülümsetmektedir de.

Bazen -belli ki çok sevdiği ve anlatmak istediği- bir konuya takılır ve onu uzun uzadıya anlatmaya başlar. Tarihten, sosyolojiden, farklı ülkelerdeki yansımalarından dem vurur ve bunları da kurguya eklemler. Bazen de yaşadığı olaylara dair hissettiklerine sıra gelir ve Berceste’nin bir heyula misali etrafını kuşatmasından, ona yapmadığı suçlar isnat etmesinden yakınır.

Üstelik bu anlatıcının “ayrıksı” olduğu tek alan aşk da değildir. O bir yazardır. Pek bir para kazandırmayan ve “kimseye faydası olmayan” bu iş onun ayrıksılığına vurgu yapar. Ayrıca toplumsal rol ve görevlerin de dışındadır. Yani evi temizler, yemek yapar vs. Bir de elbette Türklük meselesinde ayrıksıdır. Bütün bunları beraberce düşündüğümüzde ortaya bir uyumsuzun çıkmasına şaşmamak gerekir.

“Selam Metin, Ben Berceste” uyumsuz bir anlatıcının, bir uyum bulma uğraşının romanıdır. Bunun olmayacağını bile bile hem de.

(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir